Ana içeriğe atla

FRANK LLOYD WRIGHT “PRAIRIE EVLERİ” ve “USONIAN EVLERİ”



        Modern mimarlık tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan Frank Lloyd Wright, A.B.D. Wisconsin’de doğdu. Mühendislik eğitimi gördükten sonra 19 yaşında mimar olarak yetişmek üzere 1886 yılında Şikago’ya gitti. Şikago Ekolü ile anılan Dankmar Adler ve Louis Sullivan’ın ofisinde çalıştı.Sullivan onun hocası ve rehberi oldu. Guaranty Binası gibi önemli projelerde Sullivan ile birlikte çalıştı.
F.L.Wright son derece basit ve yalın iç mekânlara, düzenli ve geometrik cephelere sahip tasarımlar gerçekleştirmiş, doğa ile yapının kendiliğinden bir uyum içinde olması gerektiğini savunan Organik mimarinin ilkelerini ortaya koymuştur.



F.L.Wright’ın mimar olarak başlıca arayışı, organik bir mimari için ideal geometrik biçimlerin ve doğada yinelenen biçimlerin / ögelerin soyutlanması olmuştur.
Wright’ın düşünceleri ve mimarisi üzerinde Sullivan’ın ofisinde çalışmakla kazandığı öğreti ve deneyimler dışındaki diğer etkiler:
        -17.yüzyılda Amerika’ya göç edip yerleşenlerin yaptıkları konutlar;
        -Uzak Doğu (Japon) mimarisi;
-Amerikalı filozoflar Henry Thoreauve Ralph Waldo Emerson (demokrasinin doğa içinde kişisel yaşama hakkı olma rüyası);
-Çocukken 9 yaşında annesi tarafından verilen eğitimci Froebel’in ilk eğitim/oyun elemanları olan ahşap koni, silindir ve küp blokların rolünden de söz edilir.

PRAIRIE EVLERİ
Şikago’nun banliyölerinde konut binaları tasarladı. “Prairie” konutları olarak anılan bu binalar, 17.yüzyıl Amerikan kır evinin merkezinde olan ocak ve bacada olduğu gibi, merkezdeki bir çekirdekten çıkan asimetrik kollarla haç şeklinde bir plana sahipti. Merkezden çıkan bu kollar birbirleri ile çakışan değişik yükseklikte hacimlerdir. Tüm ev, bacanın çekirdek olarak merkezde olduğu bölünmemiş tek bir mekân gibidir. Alçak duvarlar ve yatay pencere bantları üzerinde sürekli bir çatı ile yataylık vurgulanmıştır.
Birçok aile için 1911 yılına kadar yaptığı ev tasarımları ile “Prairie” tipi ev tasarımını daha da geliştirdi. Bu evler, “merkez-kaç” çekirdek şömine ve çok sayıda pencere ve terasa çıkan bir seri kapı olan dış duvarlar ile “kutu”nun kırılmasını ve açık plan anlayışını sergiler. Dıştan bina, haç şeklinde iç içe geçen iki doğrusal kütle, asimetrik bir denge içinde görünür. Her kolda farklı yüksekli ve büyüklükte hacimler vardır.
Bu evleri yaparken Wright’in arzusu sadece bir ev inşa etmek değil, bütün bir çevreyi hatta evin içinin detaylarını oluşturmaktı. Evle birlikte mobilyalarını, aksesuarlarını, kumaşları, halıları da tasarlamaktaydı.
“Wart Willitts Evi” (1903) bu türün inşa edilmiş en tipik ilk örneği sayılmaktadır.


WART WILITTS EVİ


1901'de tasarlanan Willits evi, büyük kır evlerinin ilk olarak kabul edilir. Highland Park, Illinois Chicago banliyösünde inşa, ev sokağa simetrik bir cephe sunuyor. Ev hakkında daha ilginç noktalardan biri, Wright'ın mimariyi doğa ile sorunsuz bir şekilde birleştirebilmesidir.


Plan, merkezi bir şömineden uzanan dört kanatlı bir çarmıha geriliyor. Vitray pencerelere ve odaları bölen ahşap ekranlara ek olarak, evdeki mobilyaların çoğunu da tasarladı.

Wright, bu evi büyüleyici kılan mimari ve doğa arasındaki boşluğu köprülemek için biliniyordu, çünkü Wright'ın doğayla yeniden bağlantı kurma konusundaki ilgisinin ve Wright'ın Japon mimarisine eşit ilgisinin ve aynı anda meydana gelen Hollandalı sanat hareketinin tam bir ifadesidir.


Willits Evi gerçek çayır tarzında ilk ev ve Wright'ın ahşap çerçeve ve inşaat sıva sisteminin tam gelişimini işaretler. Alanın her iki tarafından projelendirilen dikdörtgen bir kanat ile dikdörtgen bir merkezi alandan oluşan daha karmaşık bir şekildir. Bu, düşük çatılara, zemine paralel çalışan ve evin çerçevesinin ötesine uzanan unsurlara ek olarak, çoğu kır tarzı ev için standart bir tasarım özelliğidir.
Wright, merkezi bir baca çekirdeğinin etrafında akan ve dışa doğru kapalı verandalar ve açık teraslara uzanan iç mekân ile bir haç planı kullandı. Evin planı, merkezi çekirdekteki şömineden uzanan dört kanat ve her kanattan gelen hareketin diyagonal bir çizgi boyunca olduğu gibi, bir yel değirmeni tarzıdır. Kanat iki yüksek pencereler ve duvarlı bir teras ile büyük bir oturma odası içerir. Büyük bir sundurma ile genişletilmiş Yemek Odası, üçüncü kanat oluşur; dördüncü, evin arkasına doğru, mutfak ve hizmetkar dörtte içerir. Wright, tasarımında köşegenleri diğer birçok yere birleştirir.
Birinci katta sokak, Yemek Odası, Mutfak, kiler, hizmetkar çeyrek, resepsiyon, porte cochere, veranda ve teras karşı karşıya oturma odası bulunmaktadır. Birinci kat da birlikte kümelenmiş birkaç şömine içerir. Bir giriş-merdiven salonu, oturma odası, yemek odası ve mutfak merkezi şömine etrafında döner. Evin planı açılmaya başlar ve odalar çok daha güçlü bir şekilde dışa bağlanır. Ev daha az bulunur ve dışa doğru hareket eden mimari ana özelliklerden biriydi. Evin ikinci katına taşınırken, beş yatak odası, bir dikiş odası ve Güney girişinde bir kütüphane bulunmaktadır. Bunun yerine (doğrudan oturma odası üzerinde) Batı yatak odası devam kanat tam genişliği, ikinci kat yetiştiricilerinin için boşluk bıraktı.


USONIAN EVLERİ
1936’da ABD büyük bir ekonomik kriz içindeyken tekrar ev mimarisine yönelen Wright, 'Prairie Evi'nden sonra 'Usonian Evi'ni geliştirdi. Bu tasarım ile düşük gelir düzeyine sahip insanların konut ihtiyacına cevap vermiş oldu. Bu evler, demokrasinin doğa içinde kişisel yaşama hakkı olma rüyasından kaynaklanmıştır.
 “Her birey için bireysel bir tarz; her yer için uygun bir biçimsel dil.”
Usonian ev ile haçsal plan yerini L-plana bıraktı. Değişik işlevler mekânın sürekliliği içerisinde farklılaştırılıp biçimlendirilmekteydi. Bunlar küçük, tek katlı, L-şeklinde planı olan, çevre duyarlı (güneş enerjisinin kullanan), korunaklı araba yeri bulunan yerlerdir. Birçok çeşitleri (50 kadar) tasarlanıp inşa edilmiştir. Eşitlikçi bir kültüre dayanan “Usonian” kültürü ve kentsel düşü olan “Broadacre City” birbirinden kopuk düşünceler değildir. Ev artı toprak (her ev için 4000 m²) ve her ikisinin ekonomik yönetimi esastı. Aileler için bağımsız ev konutları oluşturmalıydı.


SOLOMON R. GUGGENHEIM MÜZESİ




           
Frank Lloyd Wright tarafından 1943 yılında tasarımına başlanan ve 1959 yılında tamamlanan Solomon R. Guggenheim Müzesi New York şehrinin en ikonik yapılarından bir tanesidir. Frank Lloyd Wright öldükten 6 ay sonra açılabilen Solomon R. Guggenheim Müzesi, bu bağlamda Frank Lloyd Wright’ın en uzun süren projelerinden bir tanesidir.
Wright, müzeyi tasarlarken Manhattan’ın alıştığımız dikdörtgensel, katı mimarisinden tamamen ayrı bir dil üretmiş. Müzenin organik ve kıvrımlı mimarisi, yapıyı kalabalık Manhattan sokaklarında fark edilir kılmıştır.







Solomon R. Guggenheim Müzesi’nin dış cephesi gökyüzüne doğru kıvrılarak yükselen beyaz betonarme silindirlerden oluşuyor. Dönerek yükselen yapı, binanın dışında ve içinde eşsiz bir atmosfer yaratmaktadır. Yapının bu şekilde yükselmesi, Wright’ın tasarım aşamasında amaçladığı ‘devamlı bir zemin üzerinde tek bir geniş mekan’ fikri mimari ölçekte gerçekleştirilmiş.







Yapıya girildiğinde ilk karşılaşılan mekan müzenin 28 metre yüksekliğindeki büyük galeri boşluğudur. Bu atrium cam bir kubbe ile kapatılmıştır. Galeri boşluğunun hemen yanında, 6 kat boyunca yükselen bir rampa bulunmaktadır. Bu rampa sayesinde hem katlar arasındaki bağlantı çok daha akışkan bir sürekli sağlanmış hem de müzeye gelen ziyaretçilerin yukarı katlara çıkarken duvarlara asılmış sanat eserlerini gözlemleyebilmeleri sağlanmıştır.




Müze, her ne kadar oldukça anıtsal ve özgün bir mimariye sahip olsa da, yapının işlevsellik açısından eksik kaldığı noktalar var. Müzenin içindeki duvarların kıvrımlı yapısı sebebiyle, resimlerin duvara asılarak sergilenmesi aşamasında sıkıntılar yaşanabiliyor. Hatta, bu durum yüzünden müze açılmadan önce 21 ressam imza toplayarak müzenin mimarisini protesto etmiştir. Solomon R. Guggenheim Müzesi’ne getirilen bir başka eleştiri de yapının gösterişli mimarisinin müzede sergilenen sanat eserlerinin önüne geçtiği yönündedir.




KAYNAKÇA:



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yöresel Konut Mimarisi ve Türkiye'deki Örnekleri Hakkında

"Yöresel Mimari" Nedir ? M.Ö. 11 000'de Jeriko (Eriha) ile ilk yerleşmeler görülür. İlk balık ağları da bu dönemde ortaya çıkmaktadır . Bina topluluklarına kent adı, ancak o aglomerasyonda üreticiler ve tüketicilerin organize olması durumunda verilebilir. Bu organize olma durumu yeni bina türlerini, dolayısı ile de yapı sanatında uzmanlaşmayı doğurmuştur. İşte çağlar öncesinden günümüze kadar yaşam geliştikçe yapı sanatı, daha sonra da mimari gelişti. Bir taşı diğerinin üzerine koymakla işe başlayan insan günümüzde en ileri teknolojiyi mimarlıkta kullanabilmektedir. Zaman geçse de günümüzde hâlen binaların üç süreç ile yapıldığı görülmektedir: 1. İlkel topluluklarda etkinliklerde henüz herhangi bir uzmanlaşma görülmez. Kişi tek başına veya ailesi ile birlikte bildiği birkaç basit teknik ile bir bina yapabilir. Bu bina genelde bir barınaktır ve her türlü organizasyondan yoksundur. Bu süreçle meydana gelen binalar aynı tipte olup, genelde doğada bulunan malzemenin old

Ergonomi ve Antropometri

Ergonomi: İnsan, ekipman, çalışma alanı ve çevresi arasındaki ilişkileri inceleyen ve bunlardan doğan problemler setini anatomi, fizyoloji, psikoloji bilimlerinin temel bulgularından faydalanarak çözmeye çalışan bilimdir. Yunanca “iş yasası” anlamındaki ergonomi sözcüğü dilimizde “iş bilim” anlamında kullanılmaktadır. Diğer bir tanıma göre ergonomi: “insanların anatomik özelliklerini, antropometrik karakteristiklerini, fizyolojik kapasite ve toleranslarını göz önünde tutarak endüstriyel iş ortamındaki tüm faktörlerin etkisiyle oluşabilecek, organik ve psikososyal stresler karşısında, sistem verimliliği ve insan-makine-çevre uyumunun temel yasalarını ortaya koymaya çalışan çok disiplinli bir araştırma ve geliştirme alanıdır.” Ergonominin temel amacı; insan yeteneklerini en iyi şekilde kullanarak onu doğal yapısının içinde en uygun işe yerleştirmek ve performansının en yüksek düzeye çıkarılmasını sağlamaktır. Konut; toplumun temelini oluşturan ailenin; bedensel, ruhsal

Mimarlığın Öyküsü - Orantı & Ölçek

Leland M. Roth’un “Mimarlığın Öyküsü” yazısının bu kısmında orantı, ölçek ve bunların mimarideki yeri açıklanmıştır. Orantı Pythagoras, uzunlukları 3’e 2 oranına sahip iki sıkı telin birlikte çekildiğinde beşinci diye adlandırılan tonu üreteceğini gösterdi ve diğerinin iki katına sahip bir tel aynı tonu bir oktav daha düşük olarak üretecektir. Eskiler, insan biçiminin tanrıların biçimine dayandığına inandıklarından, evrensel ve tanrısal geometrik ve orantılı ilişkilerin insan bedeninin orantılarında da gözlemlenebileceğine inanıyorlardı. Vitrivius, göbeği merkez alarak insan bedeninin uzantılarının geometrik şekillerin en temeli ve ideali olan bir kare ve dairenin kenarlarında yer alışını betimler. Vitrivius, irrasyonel sayılı geometrik figürlerin nasıl oluştuğunu da betimlemiştir. Yunan mimarlığı ve tasarımıyla ve bir bütün olarak Klasik mimarlıkta en ilişkilendirilen orantı sistemi Altın Kesit veya Altın Oran denilen sistemdir. Genel olarak iki eşit olmayan parçanın il