Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Tiryakigillerdeyiz"

18 Kasım Cumartesi günü Başkent Tiyatrolarında "Triyakigillerdeyiz" oyununu izleme fırsatı buldum. Yazan ve yönetenin İshak Tekgül'ün olduğu bu oyun g ünümüzde yaşayan, orta direkten beş kişilik bir aileyi ele almaktadır. Evde yaşayan herkesin vazgeçemediği bir tiryakiliği vardı: Sigara bağımlısı bir baba, temizlik hastası bir anne, dedikodu ve yemek bağımlısı bir babaanne, internet bağımlısı evin oğlu ve ilaç bağımlısı asosyal kızları. Aileye dışarıdan dahil olan, at yarışı bağımlısı yaşlı ev sahibi ve dedikodu tiryakisi komşu kadın. Alışkanlıkların merkezinde dönen bir yaşam… Trajikomik bırakma çabaları içinde kıvranan bireyler… Etraflarına kendi elleriyle ördükleri duvarları yıkma çabalarıyla bizi anlatan bir komedi… Oyun genel anlamda eğlenceli olsa da zaman zaman sıkıldığım anlar da oldu. Günümüz sorunlarını mizahi bir dille daha farklı nasıl anlatılırdı bilemiyorum ama oyun benim açımdan bir sonuca varmış değil. Sanki yarım kalmışlık hissi uyandırdı bende

Rumuz Goncagül

Oktay Arayıcı'nın yazdığı, İsmet Numanoğlu'nun yönettiği, 2 perdelik şarkılı, danslı, eğlenceli bir kısmet bulma hikayesi; Rumuz Goncagül. Oyunda kendisine bir eş arayan evde kaldığı düşünülen bir kızın ve akıl hocası annesinin hikayesi anlatılıyor. Eşini duygularını ikinci plana atıp daha çok maddi açıdan bulmaya çalışan bu kız, annesiyle birlikte gazete postasına bir yazı yazar. Genel cevaplar hiç de azımsanacak kadar değildir. Tam tamına 261 geri mektup alır.  Bu kadar çok geri dönüş alan anne ve kız aradıkları eş adayını bulmak için aralarında bir seçim yapmak öncesinde de adayları tanımak isterler. Anne ve kız, adayları tanımak için birbirlerinden habersiz görüşmeye başlar. Zaten asıl eğlence de burada başlar ya... Oyun gayet eğlenceli, oyuncusundan sahne düzenine, müziklerinden senaryosuna kadar sıkmayan, uygun yaş kitlesine keyifli bir vakit geçirmesini sağlamıştır. Oyuncuların yetenekleri ise anılmadan geçilemeyecek kadar harikulade id

Barok Mimarisi

Rönesans’ın geometrik düzen, matematiksel akılcılık (oran ve orantı formülleri vb) ve uyum ilkeleriyle çelişen bireyselci Maniyerist tasarımanlayışı 17. Ve 18. Yy da da artarak sürmüştür. Bu yy larda ortaya çıkan ve ‘barok mimari’ olarak bilinen bu yeni akım, Rönesans’ın yalınlıkla da ifade edilen biçim anlayışıyla taban tabana zıt, muğlaklık ve karmaşıklık üzerine kurulmuş yeni bir tasarım anlayışının savunucusu olmuştur. Bu yeni anlayışta plastiklik, mekansal derinlik ve ağır bezemelerle desteklenen iç mekan ön plana çıkmaktadır. Bu özelliklerin gerisinde yatan temel amacın ise mekan kullanımına ilişkin mistik duyguların kullanıcıya aktarılma isteği olduğu savunulmuştur. MİMARİ ÖZELLİKLER  Barok mimarisinin tipik özelliklerini geniş ölçüde yansıttığına inanilan kilise mimarisi genellikle aşağıdaki dış cephe özellikleriyle tanınmaktadır:  1. Giriş cephesinde özel yuvalar içinde tamamen bağlantısız olarak serbestçe duran 2 şerli ya da 3 erli kolonlar  2. Kemer, yarım kemer, pedi

Avrupa’da Gotik, Rönesans ve Barok Mimarilerin Çatı ve Cephe Sistemleri Açısından Karşılaştırılması

Avrupa’da Gotik, Rönesans ve Barok mimarileri farklı ortamlarda doğup gelişmiş, mimari biçimlenmeleri de farklı olmuştur. Gotik mimarinin doğduğu Ortaçağ, ruhani-uhrevi yetkinliğe ve öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans’ın doğduğu Yeniçağ ise, dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Bunun anlamı, insanın öbür dünya nimetlerinden vazgeçmesi ve bu dünyanın nimetlerine önem vermesi oluyordu. Ortaçağ dogmalarının yerini Yeniçağ’da bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal ve mülk alıyordu. Barok’ta ise, Rönesans akılcılığı (rasyonalizm), yerini duygulara ve sübjektivizme bırakıyordu. Bu farklılıklar mimaride, özellikle çatı ve cephe düzenlerinin farklılaşması ile somutluk kazanıyordu. Gotik’in adeta sonsuzluğa ve Tanrı’ya yükselir gibi inşa edilmek istenen dikey ve ufki sistemli bazilikal yapısı, Rönesans’ta merkezi sistemli yapıya ve cephede yatay hatlara dönüşüyordu. Barok’ta ise, Rönesans’ın sakin figürü hareketleniyor, organik ve esnek formlar ile sessizlik gürü

Serap Korkmaz "Sofia'nın Hikayesi"

31 Ekim akşamı Ankara Mimarlar Derneği 1927’de Serap Korkmaz’ın “Türk Tasarımın Dünyadaki Yeri” adlı sunumuna katıldık. Sunumda kendi tasarımı olan Sofia Koleksiyonunun oluşum sürecini anlattı.   Serap Korkmaz tasarımının Türk kültürünü yansıtan asını istediğini bu yüzden de Türklerle özdeşleşen çaydan yola çıktığını anlattı. Ardından İstanbul denilince akılda beliren Ayasofya’yı da tasarım sürecini dahil etmeyi unutmamış.   Tasarım sürecinin ardından üretim sürecine geçtiğinde ise üretim için gerekli olan kalıpları Türkiye’de yapmak yerine eğitim gördüğü ve uzun süre yaşadığı Milano’ya gidip orada yaptırmıştır. Bunun nedeni ise hem Türkiye’deki kalıp ustasının yetersizliği hem de burada toplu üretim yapılması gerektiği ama kendisinin toplu üretim yerine daha az sayıda üretim yapmak istediği olduğu şeklinde açıkladı. İşler yurtdışında Türkiye’de olduğundan daha farklı ve biraz daha kolay işliyormuş. Bu çay seti tasarımıyla Serap Korkmaz Red Dot Award